Senden Önce Anadolu – Yerebatan Sarnıcı
Merhaba benim adım Arke. Annem, babam arkeolog. Bu yüzden bu adı vermişler bana. Bu da arkadaşım Loji. Ailemin hediyesi. Paketini açtığımda sıradan bir oyuncak diye düşünmüştüm. Yanıldığımı kısa bir süre sonra anladım. Kendisi tarihteki her şeyi bilen bir robot. Bu yüzden ona Loji adını verdim. Ailemle sürekli farklı yerlere kazılara, müzelere gidiyoruz. Senden önce Anadolu’da hangi uygarlıklar vardı öğrenmek istersen bizi takip et. Bu sefer yolculuğumuz Yerebatan Sarnıcı’na.
Annem ve kuzenimle İstanbul’un görkemli tarihinin izlerini keşfetmek için yollara düştük. Teyzem kuzenim Ali’yi telaşla yanımıza bırakıp hızla gitti. Teyzem hep bir yerlere yetişir ve hep çok işi vardır, hep yoğundur. Ali de hep çok konuşur.
“Biliyor musunuz 57 dakikada geldik. Trenin 3. vagonuna bindik. Tren 18 durakta durdu. Yol boyunca annem 7 e-posta yanıtladı. 3 kişiyle telefon görüşmesi yaptı. İlki 1 dakika 20 saniye sürdü. 2. ve 3. konuşma 3 dakikayı geçti. Annemin ayda kaç saat telefonla konuştuğunu hesaplamaya çalıştım. Ortalama 2 dakikalık konuşmadan günde en az 60 görüşme yapıyordu. Bu da neredeyse 24 saatlik gününün 2 saatini, ayda 2,5 gününü telefonda geçirmesi demekti. Bir de benim çok konuştuğumu düşünüyor.”
“Alemsin Ali, bunu mu hesapladın. Hadi hızlı hareket edelim. Kalabalık artmadan içeri girelim,” dedi annem.
Upuzun bilet kuyruğunun yanından geçtik. Biletleri internetten almıştık. Bu sayede beklemedik. Ali, “Sırada 126 kişi vardı. Her biri gişede 30 saniye beklese, 63 dakika sıra beklerdik,” diyerek yeni bir hesaplamayla yanımızdaydı. Onun matematikle olan ilişkisine alışmıştık. Gülerek karanlığa doğru ilerledik. Önce biraz görmeye zorlansak da gözümüz hemen alıştı. Basamaklardan iniyorduk. Birden aklıma geldi, Loji’yi çantamdan çıkardım, açtım. Hemen konum taraması yaptı. Kafasını üç yüz altmış derece döndürdü. Önce aşağı baktı, sonra yukarı ve anlatmaya başladı.
“Şu an İstanbul’da Yerebatan Sarnıcı’ndayız. Şehrin su ihtiyacını karşılamak için Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 6. yüzyılda yaptırılmış.”
Biraz ürperti, bir tutam gizemle, değişen ışıkların arasında sütun ormanında gezinmeye başladık. Üstümüze sular damlarken sarnıcın kuzeybatı tarafındaki kalabalığa doğru yöneldik. Bizi önce yan duran bir heykel karşıladı, sanki hafifçe bize gülümsüyordu. Az ilerisindeki ise ters yerleştirilmişti. Bize donuk donuk bakıyordu. Bunların Medusa Heykeli olduğunu söyledi annem. Loji’ye sordum. “Medusa nedir?”
“Medusa, güzelliğiyle herkesi büyüleyen mitolojik bir karakterdir. Hakkında pek çok hikâye vardır. En bilineni baktığı herkesi taşa dönüştürdüğüdür.”
“O yüzden ters konmuş demek?”
“Bakanların taş kesilmemesi için böyle konulduğu düşünülüyor. Ayrıca özel yerleri korumak için Medusa heykelleri kullanılırmış.”
Neyse daha fazla Medusa’ya bakmayalım çocuklar, size Ağlayan Sütunu da göstermek istiyorum deyince annem, hızla oradan uzaklaştık.
“Ağlayan Sütun nedir Loji?”
“Sarnıcın yapımında çalışıp, hayatını kaybedenler anısına dikilmiş bir sütundur.”
“Gerçekten çok ilginç, yüzlerce sütun içinde sadece bir tanesi farklı,” dememle Ali’nin cevap vermesi bir oldu.
“Hesapladım tam 336 sütun var Arke.”
“Hepsini saymış olamazsın Ali.”
“Aslında dikdörtgen bir yer olduğundan çok kolay oldu. 12 sıra ve her sırada 28 sütun var.”
“336 mı gerçekten Loji?
“Evet 336 sütundan oluşan dünyanın en eski su deposundayız.”
Bu kadar basit tanımlanamayacak kadar görkemli bir yerdeydik. İstanbul’un çok katmanlı tarihinden bir yeri, Roma’dan Bizans’a Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan 1500 yıllık bir tanığı ziyaret etmiştik. Çıkarken sormadan edemedim. Ali, sen kesin saymışsındır. Kaç basamak inerek tarihin derinliklerine ulaştık.
Tam 52 Arke, bir yıldaki hafta sayısı kadar.