Ana Sayfa Twitter Linkedin Instagram  

İnsanlığın Çöküşü ve Yok Oluşu

Bu yazı 27.12.2016 tarihinde kitapeki.com sitesinde yayımlanmıştır. 
http://kitapeki.com/insanligin-cokusu-ve-yok-olusu/

 

 

İnsanlığın Çöküşü ve Yok Oluşu

 

Sevdiğiniz bir yazar, muhteşem bir kapak tasarımı ve kitabın o vurucu ilk cümlesi. Kendinizi çok iyi hissetmediğiniz bir gün elinize aldığınız bir kitap, “Kendimi çok iyi hissetmediğimi itiraf etmeliyim,” diye başlıyorsa, kitapla aranızda oluşan bağ son sayfayı bitirdiğinizde de kopmuyor. Başlangıç cümlelerinin kitapların kaderini belirlediğini düşünürüm hep. Yine yanılmadım. Eserleri Delidolu Yayınları tarafından basılan George Saunders’ın Pastoralya adlı öykü kitabı, bu anlamda müthiş bir hiciv. Kitabı okurken yaşanan absürdlüklere bir yandan gülerken, içinizin acıdığını hissediyorsunuz. 

Politik bir hiciv ustası olan George Saunders, modern dünyada kaybedenlerin trajikomik hikâyelerini yazmış. İyi-kötü yönleriyle sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz kahramanlar bir arada bu kitapta; bize kılavuzluk etmek için. Saunders, kaybetmiş, orta sınıf insanlar üzerinden tüketim toplumunu, kapitalizmi, yabancılaşmayı eleştirmiş. Yalnızlık duygumuz ve çocukluk travmalarımızın hayatımıza nasıl yön verdiğine de dikkat çekmiş. Kitapta öne çıkan çeken unsurlardan biri karakterlerin hepsinin durumlarını kabullenmiş olmaları. Kitaptaki altı hikâyede de modern yaşam, sistem, ezilmiş insanlar ironik bir şekilde eleştirilmiş.

İlk hikâye, kitaba adını veren Pastoralya adlı hikâye. Aslında bir novella ve kitaptaki en güçlü hikâye olduğunu söyleyebiliriz. Pastoralya’nın karakterleri, bir tema parkta ilk insan kılığında, mağara dönemini sergilemeye çalışan insanlar. Her şeyi eğlenceye dönüştüren “Modern İnsan”, parka dönüştürülmüş bir alanda, mağara çağını yaşayan insanların hayatlarını izleyebiliyor. Tüketim kültürünün simgelerinden tema parklarda, son noktaya varılmış durumda. Parkı gezmeye gelenler de bu insanlara bakıp ne kadar mükemmel ve rahat bir hayat yaşadıklarını hissediyor. Onları ilkel olmakla suçlayarak kendini çok iyi hisseden modern ama kayıp insancıklar. İş çığırından çıkmış, bu kadar ileri gidilebilir mi diye düşünmeden edemiyor insan. 

“Günlük İş Arkadaşı Değerlendirme Formu” hikâyedeki eleştirilen klişelerden biri.  Bütün gün birlikte çalıştığın arkadaşını değerlendirip üstlerine bildirmek zorundasın. Hiçbir işe yaramayan yalan dünyanın yalan aracı. Kötülüğü besleyen, kötü olmaya zorlayan bir sistem.

Hikâyede günümüz dünyasında başarılı olmanın kodları da çok güzel verilmiş.

-Onlar ne diyorsa yap.
-Senden istediklerini yap ki seni sevsinler.
-Patronluk tasla ki senin patronun olduklarını düşünmesinler.
-Seninle aynı seviyede olanlarla veya daha garibanlarla arkadaş olmaktan kaçın. Yalnızca senden daha kodaman olanlarla arkadaş ol.

İşte kapitalizmin zehirli yüzü. Her yerinden kötülük akıyor. İyiliğe yer yok, tüketmeye yok etmeye odaklı. Bu hikâyede kapitalizm ve tüketim toplumu alaşağı edilmiş. 

İkinci hikâye Winky. Karakteri ise suçu hep başkasında bulan ve “İç Huzuru” hayat boyu arayan Neil. “Kişisel Değişim Merkezleri’nde mutluluğu arayıp, hayatının bir anda değişeceğine inanan insanlardan biri. Bu tür seminerlere katılıp farkındalığımızı artırdığımızı sanıp, hayatımızın değişeceğine inandırılıyoruz. Sistem önce ayarlarımızı bozuyor sonra merkezlerine yönlendiriyor. Çok acı ve içinden çıkılamayan bir döngü. 

Deniz Meşesi adlı hikâyenin yitik ana karakterleri, bir eğlence kulübünde kadınlara hizmet veren genç, yakışıklı bir adam ve Bernie Teyze. Karakterimiz, kız kardeşi, kuzeni ve onların bebekleriyle beraber Deniz Meşesi denilen yerde yaşıyor. Burası devlet destekli konutların olduğu tehlikeli bir yer. Birer asalak gibi yaşayan kız kardeşi ve kuzeni bebek bakmak ve tuhaf tv programları izlemekten başka bir şey yapmaz. Acıyla kutsanan insanların izlediği “Çocuğum şiddet sonucu nasıl öldü?” ya da “Olabilecek en kötü şey” adlı, normalde seyretmeye yürek dayanmayacak nitelikte, sevgisizlik yayan programlar. Medya da Saunders’ın eleştiri oklarından kurtulamamış. Bir de Bernie Teyze var tabii. Her şeyi olumlu değerlendiren bir arabulucu. Ta ki ölüp, zombi olarak geri gelene kadar. Hayatında yapamadığı şeyleri yapmak için eve geri döner, belki de evdekilerin makûs talihini değiştirmek için. 

Firpo’nun Bu Dünyadan Göçüşü, bu hikâye gerçekten çok acı, çok dokunaklı. Bir türlü kabul görmeyen, sürekli aşağılanan Cody’nin hazin sonunu okumak çok yıpratıcı. Karakterimiz bisiklete binmeyi çok seven bir çocuk. Tek istediği ise fark edilmek, sevildiğini duymak. Ne yazık ki bu güzel sözleri duyduğunda her şey için çok geç olacak. 

Berberin Mutsuzluğu’ndaki karakterimiz, fantezilerle yaşayan orta yaşlı, kel, şişman ve ayak parmakları olmayan bir berber. Aynaya bakmadan etrafı ne kadar da kolay eleştirdiğimiz mesajı bu öyküde yüzümüze vurulmuş. Saunders, bu öyküde egemen erkek bakışını çarpıcı biçimde vermiş.

Şelale adlı hikâyedeki ana karakter Morse düşüncelerinde olmayan olayları yaşayan, karşısındakine kızan, kavga eden biri. Her şeye kötü tarafından bakan,  bunalıma mahkûm bir pesimist. Zihninde en kötü durumları kurgularken, aslında en iyi olasılığın gerçekleşmesini bekliyor.

Çocukluğunda kurduğu hayaller o kadar parlakken, büyük umutlara sahipken bir hiçe dönüşen ezik bir karakter. Eşi tarafından pasif olarak tanımlanıyor. Çocuklarını şelalede gördüğü an ise kaderini belirleyecek an gibi. Ama o anda da bencilliği çıkıyor ortaya. Bu kadar sıkıntılı bir durumda bile eşinin gözünde nasıl kahraman olacağını, onunla nasıl ateşli sevişmeler yaşayacağını, erkekliğini nasıl kutlayacağını düşünüyor. Şelaledeki son karar ânı ise gerçek bir düşüş ve çöküş. 

Okuduğumuz hikâyeler, bir şeylere çomak sokmalı, yaşananları yüzümüze vurmalı, bizi sorgulatmaya zorlamalı. Saunders bunu çok iyi yapıyor. İtiraf etmekte zorlansak da aslında bu öykülerde hepimizden bir parça var. George Saunders’ın yapıtlarını okumak için Pastoralya kesinlikle iyi bir başlangıç.   

 

UA-135562281-1