Bu yazı 6.9.2016 tarihinde edebiyathaber.net sitesinde yayınlanmıştır.
http://www.edebiyathaber.net/doganin-baskaldirisi-demet-e-tabakci/
DOĞANIN BAŞKALDIRISI
“Çarşamba olduğunu düşündüğünüz bir gün pazar gibi başlamışsa ciddi bir sorunla karşı karşıyasınız demektir.”
John Wyndham’ın 1951 yılında kaleme aldığı Triffidlerin Günü bu çarpıcı cümle ile başlıyor. Bu cümle elimdeki kitabın hiç de sıradan olmadığının bir kanıtı gibi beni selamlıyor. Merakla okumaya devam ederken bir film seyreder edasıyla sayfaların peşi sıra sürükleniyorum. Kitabın filme ve diziye uyarlanmış olması hiç şaşırtıcı değil. Olaylar o kadar net bir şekilde gözümde canlanıyor ki yanımdaki saksıda duran bitkinin her an bana hamle yapmasından korkar oluyorum.
Hikâyenin kahramanı Biyolog Bill Masen, triffid adı verilen bir bitki türü üzerinde araştırmalar yapmaktadır. Triffidler, agresif halleri ve akıllı davranışları olan bir bitkidir. Bill Masen bir triffid saldırısına uğradığından geçici olarak kör olur. Bir hastane odasında uyandığında sıradan bir çarşamba günü olduğunu düşünür. Ancak yanıldığını çok kısa bir süre sonra anlar. Duyduğu ya da duymadığı sesler bir şeylerin ters gittiğinin habercisidir. Gözlerindeki sargıları endişeyle açar. Görebilme sevincini, insanların göremediğini fark etmenin dehşetini aynı anda yaşar. Hastane dışına çıktığında gördüğü manzaralar ise şok edicidir. Kör ve çaresiz insanlar sokaklara dökülmüştür. Körleşmenin sebebi ise, bir gece önceki kuyrukluyıldızdır. Bu benzersiz olayın, muhteşem manzaranın seyri, herkesi kör etmiştir.
Bu kaos ortamında Londra sokaklarında gezen Bill Masen, kör bir sadistin esiri olmuş, zor durumdaki Josella Playton’u kurtarır. Josella ve Bill çaresizliğin onları yakınlaştırmasıyla birbirlerine âşık olur. Kendilerine daha iyi bir hayat kurmak için Londra’yı terk etmeye karar verirler. Bir akşam gördükleri yeni bir ışık onları üniversite binasına yönlendirir. Michael Beadley adında bir adam tarafından yönetilen bir grup insana katılırlar. Bir koloni kurarak insanlığı kurtarmak isteyen bu insanlar yeni dünyanın kurallarını belirlemeye çalışır.
Kıyamet sonrası dünyayı anlatan bir bilimkurgu
“En şaşırtıcı şeylerden biri, bu kadar güvenli ve emin görünen bir dünyayı ne kadar kolay kaybettiğimizi fark etmek.”
Koşulların radikal bir biçimde değişmesi, sosyal yapıların da hızlıca değişmesine sebep oluyor. İnsanlığın devamlılığı tek bir şarta bağlıdır: Diğer insanlara, yani görebilen insanlara. Kültürü kurtarabilmek için görme yetisine sahip azınlık korunmak zorundadır. Bunun için tek gereken bir düzen kurmaktır. Kalanları kurtarma ve dünyayı yeniden inşa etme fikri ile gruplar kurulur. Yeni düzenin kuralları belirlenmeye başlar. Erkekler çalışmak, kadınlar da bebek yapmak zorundadır. İnsan türünün korunmaya değer olduğu fikriyle bunu herkes kabullenmek zorundadır.
Bize bir şey olmaz duygusu, yaşadığımız zaman ve mekânın, felaketlerin ötesinde olduğu hissi, ırkımızın en direngen, en rahatlatıcı sanrılarından biri olmalıydı. Romanda açıkça gördüğümüz bir duygu durumu.
“Saldırırken her zaman korumasız yerleri hedef alıyorlar. Bu da bir insanı zararsız hale getirmenin en iyi yolunu bildikleri anlamına geliyor. Bu durumda bize tek bir önemli üstünlük kalıyor. Görme duyumuz. Biz görebiliyoruz, onlar ise göremiyor. Gözlerimiz olmazsa üstünlüğümüzü kaybediyoruz. Daha da kötüsü, onlar üstünlüğü ele geçiriyor çünkü onlar körlüğe alışık ama biz değiliz.”
İnsanlık körlükle başa çıkmaya çalışıp, yeni bir dünya düzeni kurmaya çabalarken triffidler yayılmaya başlıyor. Uzun boylu, etobur ve zehirli olan triffidler birbiriyle iletişim kurabilen, çok zeki bitkiler, deneyimlerinden ders çıkartabiliyorlar. Bill onları üreten firmalardan birinde çalıştığından, bitkiler hakkında en bilgili kişidir. Çocukken bir triffid tarafından sokulmuş, insanlığı karanlığa gömen gece de yine bir triffid saldırısı nedeniyle aslında kör olmaktan kıl payı kurtulmuştur.
Ehlileştirilmiş, iğneleri alınmış, geri dönüşümlü ve doğa dostu akaryakıta dönüşebilen kıymetli yağları küresel sanayinin merkezine oturmuş olan triffidler ilk başta ciddi bir tehdit oluşturmuyorlar. Ancak insanlar görme yetilerini kaybettiklerinde hayatta kalmaya çabalayan, avlanmaya ve etçil beslenmeye uyum sağlayan bir tür olarak evrim geçiriyorlar. İnsanlığın kibrinin trajedisi ise burada gizli. Evrim sürecini tamamlayıp en kusursuz, zeki ve yetkin tür olduğuna inanan insanoğlu burada kaybetmeye başlıyor. Körlüğe adapte olamayan insanlar yok olmaya mahkûm oluyor. Bir türün yok oluşu.
Bu sürükleyici, korkutucu ama müthiş hikâyenin sonuna geldiğimde aklımdan atamadığım deli düşünceler var.
Bütün olanlar gerçekten doğanın bir başkaldırısı mı, yoksa insanların planları mı? Bu çok şeytani bir plan. Dünyanın çevresinde dönen sayısız uydu var. Uyduların silahlandırılması… Patlayıcılar, radyoaktif tozlar, bakteriler, virüsler… Doğanın körlemesine saldırmasından daha korkunç.
Gökyüzünün bir anda renkli ışıklarla aydınlandığını düşünün. Bu ışığa bakmaktan kendimizi alıkoymamız imkânsız. Atmosfere yayılan radyasyon bizleri de körlük, sağırlık ya da ölümcül bir hastalıkla baş başa bırakabilir.
Soğuk savaş paranoyası, biyolojik savaşların kitlelerin imhası öngörülmekte. Uydu üzerinden tek tuşla yok edilebilecek olmamız artık paranoyaklık değil gerçeklik gibi durmaktadır. Tüyler ürpertici bir durum. Karanlık geleceğimiz çok uzak olmayabilir. Kıyamet belki de çok yakında…
Yine meselesi olan, okuruna bir şeyler fısıldayan, iyi bir edebiyat örneği ile tanıştırıyor bizi Delidolu yayınları.